GENEL BAŞKAN KAAN: YATIRIMI ÜRETİM-TİCARET-YATIRIM SENKRONİZASYONU İÇİNDE ELE ALARAK CAZİP BİR ÜLKE HALİNE GELEBİLİRİZ

Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD) Genel Başkanı Abdurrahman Kaan, Anadolu Ajansına, pandemi sürecinin ekonomi ve iş dünyasına etkileri, MÜSİAD’ın bu süreçte gerçekleştirdiği çalışmalar, salgın sonrası ticaret savaşlarının kaydığı eksen ve Koronovirüs sonrası toparlanma süreci hakkında değerlendirmelerde bulundu.

Pandemi sürecini genel olarak değerlendirir misiniz? 

Konuyu sadece pandemi ekseninde ele almamak gerekir. Pandemi, zaten sıkışan dünya sisteminin bir patlama noktası gibi oldu. Tüm dünya ülkeleri aslında bir kriz yönetimi ve konvansiyonel risk yönetimi metotlarının ve siyaset anlayışlarının test edildiği bir süreci yaşamaktadır. Krizin kendisi ekonomik değildi. Ancak etkileri itibariyle bizleri derinden etkileyecek ve iş yapma modellerimizden değerler sistemimize kadar geniş bir yelpazede hem iktisadi mimariyi hem de sosyo-kültürel mimariyi yeniden şekillendirecek bir sürecin eşiğindeyiz diyebiliriz. 

Pandemi öncesi küresel ekonomik verileri incelediğimizde (ki MÜSİAD olarak biz bunu bir rapor halinde kamuoyu ile paylaştık), COVID-19 salgını öncesinde OECD ve WB büyüme tahminleri, dünyada bir üretim daralmasına işaret etmekteydi. Kasım ayında revize edilen öngörüler ise ticaret savaşlarının etkileri simüle edilerek hesaplanmıştı. Sadece ticaret savaşları değil, OPEC petrol politikası, Suriye ve Orta Doğu’daki politik belirsizliğin oluşturacağı risklerin piyasalara etkisi ve global yatırım iştahındaki azalma, ülkeleri zaten genişlemeci para politikasına doğru yönlendirmekteydi. Durgun küresel büyüme beklentilerine uyumlu olarak, 2019 için fiyat tahminlerinin çoğu, özellikle de enerji (yüzde -15) gibi revize edilmiştir. Enerji ve metal fiyatlarının 2020 yılında düşmeye devam etmesi beklenirken, tarımsal emtia fiyatlarının kısmen istikrar kazanması beklenmekteydi. 

Biz o dönemde verdiğimiz demeçlerde Dünyayı 2020 ve sonrası süreçte keskin bir emtia krizinin beklediğinin altını çizmiştik. Sadece emtia değil, reel ekonomik sorunların finansal araçlar ve politikalarla çözülmeye çalışıldığı bir kısır döngü içinde olduğumuzun ve bu durumun özellikle türev piyasalardaki şişme ile paranın değer ve tanım kaybına neden olacağının hatta parasal sistemin çökme noktasına geleceğinin altını defaten çizdik. Çünkü bir konuda stratejik tahliller yapmak gerekiyorsa iki unsura dikkat etmek gerekir: 1. Tarihi ve süreci iyi okumalısınız. 2. Rakamları ve sahadaki mikro verileri iyi okumalısınız. Biz MÜSİAD’ın saha genişliği sayesinde hem yurt içinde hem de global anlamda bize ulaşan veri setlerini pandemi öncesi dönemde bir krizin ayak sesleri ve bir dönüşümün başlangıç noktası olarak görmüş ve çeşitli vesilelerle bunu paylaşmıştık. 

Pandemi öncesi Doğu’ya doğru kayan ticaret bir yana; global mal ticareti, limanlar ve hava taşımacılığı bazında lojistik hacmindeki 2017’den beri gözlemlenen belirgin düşüşler zaten bize global ekonominin yeniden canlanması için yeni bir modele ve motivasyona ihtiyacı olduğunu söylemekteydi. Lakin burada kritik bir husus var ki Pandeminin etkilerinin bundan sonraki seyri açısından önemlidir: Kriz öncesi Gelişmekte olan ilk 20’nin üretim bazlı büyüme seyri yukarı doğru iken Gelişmiş 20’de bu seyir düşme yönündeydi. Dünya ekonomisi doğuya doğru kayarken üretim üsleri el değiştiriyor ve sermaye yeni üretim alanları buluyordu. Ulusal ekonomilerin yeniden güç kazandığı bir dünyada büyük şirketlerin hâkimiyeti altındaki gelişmiş ülkelerin üretim kapasiteleri azalırken; dünyanın yeni yatırım ve üretim alanı gelişmekte olan 20’nin oluşturduğu bloklardı. Şimdi toparlanma sürecinde gelişmiş ülkelerin açıkladıkları yüklü mali paketler ile birlikte ilerleyen süreçte bu ülkelerdeki büyüme oranlarında çok daha radikal bir düşüşün olacağına ve buna mukabil daha sıkı mali politikalara yöneleceklerine de işaret etmektedir. 

Dolayısıyla global anlamda iktisadi normalleşme ya da düzlüğe çıkmak için yakın bir tarih vermek bu aşamada doğru olmayabilir. Çünkü görünen odur ki gerek IMF gerek Dünya Bankası resesyon tahminlerini kötü senaryo simülasyonlarına doğru revize etmektedirler. %10-12 bandında bir daralmadan bahsediliyorsa bu durum tüm dünya ülkelerinin birbirlerine bağımlı işleyen ticaret ve yatırım zincirlerinde domino etkisinin uzun süre devam edeceğinin sürpriz olmayacağı anlamına gelir. Çünkü burada esas olan nokta pandeminin seyrinin ülkeden ülkeye değişim göstermesi yani “ülkeden ülkeye değişen pandemi seyri” senaryonun tüm ülkeler nezdinde tamamlanmasını beklemekten geçmektedir. Birkaç ülkede hastalık ya sosyal bağışıklık ile ya da alınan tedbirler sonrası kontrol altına alınmış olsa da farklı ülkelerdeki radikal seyrin devam etmesi iki önemli tehlikeyi beraberinde getirmektedir sanayici ya da ticaret yapan kesim için: 1. Ülke riskine maruz kalmak. 2. Sektör riskine maruz kalmak. Dış ticaret ağırlıklı çalışan firmalar için ülke riskine maruz kalmak söz konusudur. İhracat yaptıkları ülkelerdeki normalleşme süreçlerinin takip edilmesi gerekir. Ticaret yapılan ülkelerdeki gelirlerin düşmesi, sektörlerdeki kayıpların derinliği, karantina politikasındaki değişimler gibi faktörler; firmalarımızın Ülke riskine maruz kalacağı anlamını taşır. Dolayısıyla yeni ticari partnerler ve tedarik zincirlerinin çeşitlendirilmesi gerekmektedir. Karantina kapsamından doğrudan etkilenen; hizmetler, turizm, ulaşım-lojistik, imalat sanayi firmaları ise sektör riskini hala taşımaktadır. Burada iş modellerinin değiştirilmesi söz konusu olacaktır. 

Ayrıca pandemiyi sadece ekonomik unsurları kapsamında ele almamak gerekir. Evet, Dünya ekonomisi böylesi bir krize kesinlikle hazırlıksız yakalandı. Ancak burada sadece iktisadi mimarinin değişimi için bir milat ile karşı karşıya kalmış değiliz. Muazzam derecede sosyal hayatımızı etkileyecek bir teknolojik dönüşümün de eşiğindeyiz. Uzaktan çalışmadan uzaktan eğitime kadar pek çok alanda kendi yeterlilik ve alışkanlıklarımızı test ettiğimiz bir simülasyondan geçiyoruz diyebiliriz. 

Pandemi üç temel noktanın verimliliğini sorgulamak konusunda bizleri harekete geçirmelidir: 1. Sermaye ve sermaye stoku verimliliği. Bakınız bir devletin kriz dönemlerindeki kurtarıcı gücü sermaye stokudur. Ancak pek çok ülke bu konuda ne kadar kırılgan bir sermaye stokuna sahip olduğunu bu süreçte gördü. Biz dâhil pek çok ülke, sermaye birikimini Çin başta olmak üzere birkaç ülkede kümelenmesinin ve kendi ülkesindeki milli sermaye stokunun yetersizliğinin ve verimlilikten uzak bir şekilde şekillendiğinin farkına vardı. 2. Teşvik ve desteklerin verimliliği. Yani desteklerin ne kadar verimli bir şekilde yatırıma dönüştüğünün test edilmesinde bahsediyorum. Teşvik sistemleri ve destekler günün sonunda yatırıma ve sermaye birikimine hizmet ettiği sürece sermaye döngüsü verimli olur. Ancak pandemi bizlere gösterdi ki sermaye ve servet arasında ciddi bir paradoks içinde kendini oyalayan bir sistem içinde yaşıyoruz.  3. Girişimcilik Politikalarımız ve Girişimci verimliliği. Pandemi süreci aslında tüm dünya şirketleri için ölçek büyüklüğü ile orantılı bir test ortamı sundu. Bir çeşit dayanıklılık testi gibi düşünebiliriz. Girişimciliği teşvik ederken şunu düşünmemiz gerekir: Herkesin girişimci ya da üretici olmasına gerek var mı? Bunun bazı ön kabullerinin ve limitlerinin olması gerekir. Aksi halde dayanıksız firmalar böylesi kriz dönemlerinde devletlerin üzerinde birer yük halini alırlar. Pandemi sürecinde bunu da görmüş olduk. 

Son olarak pandemi bize sadece iktisadi paradigmalarımızı değiştirme konusunda bir kapı açmadı. Sosyal hayatımızda değerler sistemimiz ile olan bağımızı da yeniden gözden geçirmemi noktasında ciddi bir uyarı mekanizması gibi düşünülmelidir. Siyaset yapma biçimleri, ulusların birlerine duydukları güven unsurunun aslında olmadığı, lider bazlı yönetim biçimlerinin tabandan bulduğu destek ile ancak ayakta kalabileceği ve elbette devlet kapitalizminin ve ulusal ekonomilere dönüşün de ayak seslerini işittiğimiz bu süreçten geçmekteyiz. Sözün özü şudur ki madem bir milattan bahsediyoruz belli ki pek çok eski kavram çöpe gitmek zorundadır. Yeni kavramsallaştırmalar ve yeni model setleri ile bu süreci değerlendirmemiz esastır. Yeniden Bretoon Woods ya da yeniden aynı kutuplaşmış iktisadi yapı ile varacağımız sonuç, tekrar etmesi muhtemel yeni pandemilerde artık bu yükü taşıyamayacak olan dünya sisteminin yekten iflası ile bizi başbaşa bırakabilir. 

Hükümetin pandemi sürecinde ve yeni normal sürecinde sektörlere verdiği destekleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye kesinlikle pandemi sürecinde çok iyi bir kriz yönetimi sergilemiştir diyebiliriz. Krizin kaynağı hastalığın kendisidir. Hastalık tamamen geçene kadar krizde normalleşme kademeli olarak sağlanacaktır. Bunu net veri olarak almalıyız. Yani temkinli harekete devam. Mali durumu, çok daha yüksek ülkeler daha geniş paketler ile süreç yönetimi yaptılar. Ancak bu ülkelerdeki salgının yaygınlığı bu kez sisteme verdikleri destekleri de kara delik gibi yutmaktadır. Amerika buna bir örnektir. Paket büyüklüğü ile salgın boyutu aynı oranda ilerlediği için mali kayıplar gelişmiş ülkelerde de hemen hemen aynı düzeyde çıktıları oldu. Elbette onların destek büyüklüklerindeki farklılık krizden çıkma hızlarının artmasında önemli bir etken olacaktır lakin bu kez onları bekleyen sektörel daralma ve sıkı mali politikalar ile ilerleyen süreçte zorlanacaklardır. Kısaca, milli gelirleriyle orantılı olarak salgın için harcadıkları para ve ayırdıkları kaynak arttıkça bu ülkelerin ilerleyen süreçte daha sıkı bir mali disipline gidecekleri de açıktır. Böylece, ticaret yaptığımız ülkelerdeki daralma ve buralardaki firmaların mali durumları da bizim ticaretimizi ve normalleşme sürecimizi doğrudan etkileyecektir. Türkiye salgını kontrol altına alarak daha az mali kayıpla süreci kısaltarak (salgının boyutunu ve hızını azaltarak) bir süreç yönetimi yaptı. Biz salgını kısa sürede kontrol altına alarak normalleşme sürecini erken başlattık. Aksi halde kaynak israflarımız başlayacaktı. Türkiye’nin kaynak israfı lüksü yoktur. Türkiye, salgını sağlık sistemi ve önlemlerle kısa sürede kontrol altına alarak olası mali kayıpların da önüne geçti. Maalesef bu süreçte gördük ki gelişmiş ülkelerdeki sözde demokrasi, insan hakları ve yaşam hakkına saygı gibi kriterler sağlık ve sosyal güvenlik sistemlerindeki kırılganlıklar nedeniyle sadece söylemde kaldı. Yani gelişmiş ülkeler sosyal güvenlik sistemlerindeki tekelleşmenin ve adaletsiz dağılımın faturasını bu süreçte çok ağır ödediler. Biz de ise elhamdülillah önceden yaptığımız ki zamanında çok sorgulanmıştı sağlık yatırımları ve sosyal güvenlik sistemimizin yeterliliği bizi bu süreçte dimdik ayakta tuttu. Hatta kurulan sahra ve pandemi hastaneleri ile sağlık ihracatı ve turizminin bize sağlayacağı mali kaynakların bir nebze rahatlığı içindeyiz. 

Hükümet destek paketleri kademeli olarak ve tedbirleri elden bırakmadan açıkladı. Yani bir seferde sığarak piyasayı boğmadı. Sahadan geri beslemeler alarak üç farklı boyutta bu süreci işletti: 1. Hane halkı boyutunda, 2. Çalışan kesimin korunması boyutunda, 3. Üretici kesimin yani KOBİ’sinden sanayicisine kadar geniş yelpazede sektörel olarak reel ekonominin korunması boyutunda. 

Reel sektörü ayakta tutarken bir yandan da finansal piyasalardaki dalgalanmanın önüne geçmek ve parasal yıpranmayı minimize etmek adına düzenleyici kuruluşlar ve Merkez Bankası özelinde adımlar atıldı. Genişlemeci parasal politika elbette tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de uygulandı. Ancak burada emisyon hızındaki artış kriz sürecinde göz ardı edilmesi gereken ikinci bir sorun gibi algılansa da ilerleyen süreçte yeni normalleşmenin devamında bu hızın indirilmesi ve piyasadan fazla naktin yavaş yavaş çekilmesi gerektiğinin de altını çizmek isterim. 

Ayrıca torba yasa ile çıkan düzenlemelerin özellikle iş yeri açma ve çalıştırma anlamında kolaylaştırıcı düzenlemeler, KGF desteğinin bu süreçte zorlanan firmalarımız nezdinde oluşturduğu rahatlatıcı etkiler, vergi erteleme ve indirimleri gibi adımlar hem zamanlaması hem koordinasyonu hem de doğrudan ihtiyaca yönelik düzenlenmiş yapıları itibariyle oldukça etkin bir kriz yönetimi sağladı diyebilirim. 

Yerli ve milli üretimi teşvik eden politikalar bu süreçte pek çok ürün grubuna getirilen ithalat yasakları bizim kendi milli üretim yetenek ve kapasitemizi de test etmemize neden oldu. Bu anlamda cesaret kazanmış bir iş dünyasından bahsetmek mümkün. Ayrıca ihracata yönelik doğrudan destekler, tedarik zincirlerinin çeşitlendirilmesine yönelik başlatılan stratejik çalışmalar bizlere Corona sonrası süreç açısından umut verici bir zemin hazırlamaktadır. 

Pandemi sürecinde MÜSİAD olarak üyelerinize ne gibi destekler sağladınız?

Biz MÜSİAD olarak ilk vakanın açıklanmasından hemen sonra 16 Mart’ta Kriz Yönetim ve Koordinasyon Merkezimizi hayata geçirdik. MÜSİAD 11 bini aşan üye sayısı ve geniş üye profili ile sahada en yaygın sermaye örgütü. Ölçek büyüklüğünden tutun da sektörel yaygınlığa ve elbette yurt dışındaki geniş örgütlenme ağına kadar geniş bir yelpazenin yönetimini yapmaktadır. Dolayısıyla krizden başta üyelerimizin sonrasında da tüm halkımızın en az hasarla çıkması için sahada aktif görev aldık. Kuruduğumuz kriz merkezini dört başlık halinde biçimlendirdik: 1. Sahadan veri akışını sağlayan birim. Burada üyelerimizden ve hem yurtiçinde hem de yurtdışındaki şube ve temsilciliklerimizden gelen bilgileri anında derleyip raporlayarak devlet kurum ve kuruluşlarını pandeminin seyri, ihtiyaçlar, talepler ve eksiklikler hususunda düzenli olarak bilgilendirdik. Bu anlamda alınan tedbirlerin sahada etkin olarak uygulanmasını sağlamak ve destek ve teşviklerin sahada yaygınlaşmasını desteklemek için b ir aracı görevi gördük diyebilirim. Bu süreçte üyelerimize ölçek büyüklüğü ne olursa olsun tek tek temas ederek onların ihtiyaç ve taleplerini sürekli topladık ve ilgili mercilere ilettik. Yani bu süreçte MÜSİAD bir kez daha saha yaygınlığını ve derinliğini Devletinin ve milletinin hizmetine sunmuş oldu. İkinci birim olarak bürokratik yönetim çalıştırdık. İlgili bakanlıklar ve kurum-kuruluşlar ile sürekli temas ve koordinasyon içinde olup veri kaçaklarının ya da mükerrer işlemlerin önüne geçmek istedik. TİM, DEİK, TOBB gibi paydaşlarımızla bu konuda iletişimi sürekli taze ve etkin tuttuk. Üçüncü birim olarak operasyonel hattı çalıştırdık. Ramazana da denk gelen bu süreçte ihtiyaç sahiplerine saha yaygınlığımız ile ulaştık. Sayın Cumhurbaşkanımızın başlattığı “Biz Bize Yeteriz Türkiyem” kampanyası kapsamında; Türkiye sevdalısı üyelerimizle birlikte toplamda 125.000.000 TL destekle milletimizin yanında olduk. Buna ek olarak, üyelerimize MÜSİAD Karz-ı Hasen Sandığı uygulamamıza bağışta bulunma çağrısında bulunduk. Bu doğrultuda sıkıntıya giren üyelerimize maddi kaynak oluşturduk. 

Ayrıca; tüm Türkiye ve şubelerimizin bulunduğu ülkelerde, 98 bin adet erzak-gıda yardım kolileri hazırlayarak yurt içinde Vefa Destek Grupları, yurt dışında ise Kızılay üzerinden ihtiyaç sahiplerine ulaştırdık.

Bu süreçte ayrıca, MÜSİAD’ın geçtiğimiz dönemlerden beri uygulamaya koyduğu Zimem(Veresiye) Defteri kampanyasına yoğun bir destek sağladık. Üyelerimiz, Türkiye genelinde 425 adet Zimem defterini esnaflarımızdan satın alarak, borçlu vatandaşlarımızın toplamda yaklaşık 2 milyon 175 bin liralık borçlarının ödenmesini sağladı.
 
Bu süreçte en büyük emeği veren ve kahramanca mücadele eden sağlık çalışanlarımıza da unutmadık. Maske, koruyucu elbise, dezenfenktan ürünleri ve birçok sağlık ürününü, sağlık kuruluşları ve kamu kuruluşlarına dağıtarak vatandaşlarımızın istifadesine sunduk.

Ayrıca gerek MÜSİAD YEREL gerekse MÜSİAD GLOBAL markalarımız hem ihtiyaçların tespitinde hem de yurtdışındaki vatandaşlarımızın yaşadığı zorlukların giderilmesi ve Türkiye’ye getirilmesinde etkin görev aldılar. 

Dördüncü birim olarak stratejik raporlama ve araştırma kısmını çalıştırdık. Bu süreçte Genel Merkezde kurduğumuz Korona Kriz Yönetim Merkezi ile hem kriz yönetimi hem korona sonrası süreçlerin planlanması hem de işletmelerimize kriz yönetimi konularında birebir destekler sağlayan çalışmalar yürüttük. Başta Ticaret Bakanımız Ruhsar Pekcan, Hazine ve Maliye Bakanımız Berat Albayrak, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanımız Zehra Zümrüt Selçuk ve AK Parti Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş, olmak üzere, siyaset, iş dünyası, STK’lar ve toplumun öncü isimleriyle webinar üzerinden yaklaşık 232 adet online konferans toplantısı gerçekleştirdik. Konunun uzmanları ile üyelerimizi buluşturduk. Sadece teknik değil moral desteği de oluşturduk. Tek tek üyelerimizi arayarak ya da yanlarına bizzat giderek süreçte onların yanında olduğumuzu hissettirdik. Çünkü MÜSİAD sadece bir sermaye platformu değil, büyük ve güçlü bir ailedir. Bu süreçte biz aile olmanın gücünü bir kez daha gördük ve yaşadık. 

Yine bu süreçte GENÇ MÜSİAD ve MÜSİAD KADIN yapılanmamız sahada oldukça etkin rol aldılar. Genç teşkilatımız ve Kadın üyelerimiz bu süreçte, hem ihtiyaçların ulaştırılmasında hem de kampanyaların etkin bir şekilde işletilmesinde diyebilirim ki Türkiye’de gezmedik yer bırakmadılar. 

Özellikle konut ve otomobil alımlarında düşük faizli finansman paketlerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Piyasaya ne tür katkılar sağlayacak?

Öncelikle kredi maliyetlerindeki düşüş trendinden duyduğumuz memnuniyeti dile getirmek isterim. Biz defaten dile getirdiğimiz gibi faizsiz bir sistemin ve alternatif fonlama ve destek modellerinin her zaman arkasında duracağız. Ancak piyasanın canlanması ve bilhassa konutta stokların erimesi adına atılmış faydalı bir adım olarak görmek mümkün. Lakin burada altını çizmemiz gereken bir husus var ki konut fiyatlarındaki artışlar. Bu artışlarla beraber yeni finansman paketinin verimliliğinin tartışılması söz konusu olacaktır. İkinci el konut ve ikinci el otomobil fiyatlarındaki artış bu sıralar birinci el konut ve otomobil fiyatlarına da sirayet etmiş durumda. Genel itibariyle %10-20 arasında bir fiyat artışından bahsetmek mümkün. Bu da yapılan desteğin artan fiyatlarda erimesine neden olabilmektedir. Bizim talebimiz kredi maliyetlerindeki düşüş uygulamalarının sadece konutta değil, uzun vadeli işyeri edindirme kapsamında sanayi bölgelerinin ve tesislerinin alımı şeklinde de genişletilmesidir. Böylece üretim kapasitesi artan üretici üretimden gelen kazanç ile konut ve otomobil alımlarına yönelecektir. Yoksa sadece alımları teşvik etmek paranın üretime değil stoka dönüşmesine neden olabilmektedir. 

Çin-ABD arasındaki ticaret savaşları koronavirüs salgını ile yeni bir boyut kazandı. Küresel mücadele Türk ihracatçısını nasıl etkiliyor? 

Burada ana ekseni sadece Çin ve ABD arasındaki ticaret savaşı ekseninde ele almak kısıtlı bir analize neden olacaktır. Buradaki süreci incelemek gerekir. 2000 ila 2020 yılları arasını iyi analiz etmek bu mada bize bundan sonraki hegomanya mücadelesi için uygun bir tarih okuması sağlayacaktır.  11 Eylül saldırılarıyla başlayan süreç, aslında yepyeni bir güç mücadelelerinin de miladı oldu ve zaman içinde Çin, dev bir oyuncu olarak oyuna katıldı. Çin’in devreye girmesiyle ekonomik üretim ve tedarik hatları da giderek doğuya doğru kaymaya başladı. Çin bu noktada aslında doğu ekonomilerinin yeni merkezkaç noktası haline geldi. Hatta biraz daha geriye doğru gidip meseleyi Çin’in Dünya Ticaret Örgütü üyeliğine kabul edilmesine kadar bile götürebiliriz. Bildiğiniz gibi Çin’in WTO üyeliği çok tartışılmış ve rekabeti bozucu uygulamalara neden olacağı dönemin G7 Zirvelerinde ele alınmıştı. Zaten çok geçmeden öngörülen de oluşmaya başlamıştı. Dünya Ticaret Örgütü’nün Anlaşmazlıkların Halli Mekanizması’na Çin kaynaklı pek çok başvuru yapılmış ve çoğunda Çin’in düşük maliyet avantajı ile fiyat kırmak ve patentli ürünleri kopyalamak şeklinde piyasa bozucu hareketleri Batı ekonomilerini tedirgin etmeye başlamıştı. Çin burada tek başına bir unsur değil demin de söylediğim gibi bir merkezkaç alanıdır. Hindistan, Pakistan, Türki Cumhuriyetler ve Endonezya cepheleri de işin içine girdiğinde ortaya bir Doğu Ekonomik Bloku çıkmaktadır. Bunu destekleyen temel unsur ise Çin’in tarihi İpek Yolunun genişletilmiş hali olan Kuşak Yol Projesi’dir. Burada sadece yeni bir lojistik ağı kurmak değil güdümlü bir tedarik zinciri oluşturma planı da söz konusudur. Bakınız Pandemi sürecine bu denli hazırlıksız yakalanmamızın bir nedeni de Çin kaynaklı güdümlü tedarik hatları politikası olmuştur. Bugün Dünya’da imalat sanayi üretiminin ortalama %7’si Çin’den kaynaklanan ara malı ithalatına bağımlıdır. Bu durum ülkemiz için % 6 düzeyindedir. Bu bağımlılık kriz döneminde devasa bir domino etkisi oluşturmaktadır. Aynı şekilde Bilgisayar, elektronik ve sair ekipmanlar sektörlerinde Çin’in ürettiği katma değer % 27 düzeyindedir. Taşımacılık ve bağlı sektörlerde ise bu oran %145 düzeyindedir. Böylesi bir bağımlılık bir de üstüne ticaret yollarının bir kuşak projesi kapsamında birbirine bağlanmasıyla beraber baş edilmesi imkânsız bir güce davetiye çıkarmaktadır. 

Ancak burada Türkiye’nin jeopolitik konumu diğer ülkeler gibi değildir. Batı Ekonomileri coğrafi konumları nedeniyle bu yeni lojistik hattın alıcısı konumundadır. Üretimin gitgide Doğu’ya kaydığı bir Dünya’da Türkiye coğrafyanın ona sunduğu kaderi bu kez iyi değerlendirmek durumundadır. AB, ABD, Afrika ve Körfez Bölgesi bu hat içinde tüketim bölgeleri halini almıştır. Türkiye bu aşamada hem Doğu ekonomilerindeki cazibesi nedeniyle bir üretim noktası hem de Batı Ekonomilerine ürünlerin ulaştırılması anlamında bir geçit bölgesidir. Sadece İpek Yolu hattı değil; Suriye’yi içine alan ve güneyden bir alternatif gibi uzanan Baharat Yolu hattı da yine Türkiye’nin hinterlandı dâhilinde ilerlemektedir. Burada ihracat avantajlarının doğru kullanılması için öncelikle doğru yatırım politikasının uygulanması gerekmektedir. Yatırımı tek başına bağımsız bir bileşen olarak ele almadan; üretim-ticaret-yatırım senkronizasyonu içinde çalıştırmak Türkiye’nin Korona sonrası süreçte hem olumlu ürün-üretim algısı hem de gelişmiş piyasalardaki savrulan döviz akımları karşısında güvenli yatırım alanı olarak cazip hale gelmesi demektir. 

Sonuçta Çin ve ABD arasındaki mücadele bitmeyecektir. Aksine şimdi oyuna bir de Çin ve Hindistan arasındaki mücadele de eklenince çok taraflı karmaşık bir denklem içinde ihracatçılarımızın tedarik zincirlerini her olasılığa uygun olacak şekilde çeşitlendirerek kendi alternatif lojistik hatlarını bir an evvel A B ve C planları şeklinde konumlandırmaları esastır. 

Ancak röportajın başında da belirttiğim gibi ticari sürecin tamamen normalleşmesi pandeminin seyrine bağlıdır. Burada dört aşamalı bir seyir söz konusudur: 1. Ülkeler birbiri ardına normalleşmeye başlar ve kendi kritik sektörlerinde üretim hatlarını çalıştırırlarsa, 2. Biz dâhil hemen her ülkede kritik sektörlerdeki söz gelimi imalat sanayindeki kapasite artışları tatmin edici bir düzeye erişirse, 3. Hem ülkeler arasında hem de ülkedeki vatandaşlar, yatırımcılar ve üreticiler nezdinde güven problemi yavaş yavaş düzelmeye başlarsa ve son olarak ihracat, yatırım ve döviz kazandırıcı işlemler için nitelikli bir planlama şimdiden yapılmaya başlanırsa KOVID sonrası süreç Türkiye’deki ihracatçılar için cazip bir uluslararası sahayı işaret etmektedir.